Var olduğumuz sistem
içerisinde hepimizi bağlayan, artık esiri olduğumuz ve ayağımızda bir pranga
gibi bağlı duran, bir kavramdan daha öte bir şey: Kapitalizm. Hepimizin
çalıştığı, sanki kendimiz için kazandığımızı zannettiğimiz paranın, satın
aldığımız ve yaşamımızı idame ettirebileceğimiz temel kaynağın bir de zaman
olduğu bir hayat. Mesai ücreti olarak zaman kazandığımızı; giyim, yeme – içme,
ev, araba ve aklımıza gelen para ile alınan şeylerin zaman karşılığında
alındığı bir yaşam. Dünya piyasalarının para birimi zaman. Kazandığın zaman
kadar zengin ve hayattasın. Yaşamın zamanın miktarına bağlı. Polisler yerine zaman tutucuların olduğu ve
işlenen suçlarda, suçlulardan ceza olarak zaman aldıkları bir dünyada hayatta
kalmaya çalışıyoruz.
“In Time” filminden
bahsediyorum. Başrollerinde Justin Timberlake (Will Salas), Amanda Seyfried
(Sylvia Weis) ve Cillian Murphy (Raymon Leon)’nin, yönetmen koltuğunda Andrew
Niccol’un yer aldığı 2011 yılında vizyona giren bu bilim kurgu/distopya
filminde zamanın yaşama olan etkisini adeta para ile kıyaslar bir şekilde,
hatta daha dehşet verici bir biçimde işlediklerini görüyoruz. Benjamin
Franklin’in söylediği “Vakit nakittir.” sözünün bu filmde hayat bulduğunu
görüyoruz. Bu distopyada tek para birimi zaman olarak karşımıza çıkıyor. Zaman
birimiyle ödeme yapıldığını görüyoruz. Mesele bir fincan kahve üç dakika.
Distopyalar arasında adeta bir paralel evren
sunuyor bizlere “In Time”. Paranın olmadığı, yaşamın harcanan emek ve
yaptığımız işin sonucunda kazandığımız şey ise zaman. Bu filmde dikkat çeken
bir durum var. Günümüz yaşamında insan, paraya sahip olmasa da yaşamını devam
ettirebilirken, bu film bizlere ‘zamanın olduğu kadar yaşarsın’ mesajı vererek
aslında dehşet verici bir durumla bizleri karşı karşıya bırakıyor. Günümüz
komplo teorisyenlerinin bahsettiği gibi dünya nüfusunu düşürme hikayesi, bu
filmde de işleniyor. Hatta filmde geçen bir sahnede devletin bu uygulama ile
nüfusu düşürmeye çalıştığından bahsediyor başrolümüz Will Salas.
Filmde insanlar,
belirli genetik özellikler ile doğuyorlar. Doğduğu andan itibaren herkes 25
yaşına kadar yaşama garantisine sahip şekilde hayata başlıyor. 25 yaşına
gelindiğinde fiziksel yaşlanma sona ererek hep aynı kalıyor. Fakat bu sona erişle
birlikte herkesin kolunun iç kısmında kimini uyku esnasında yatağından
fırlatan, kimini yürüdüğü esnada soluğunu kesen anlık göğüs ağrısıyla 13 haneli
bir dijital sayaç beliriyor ve 25 yaşına girdikleri andan itibaren 2 yıl yaşam
hakkına sahip oluyorlar. Artık bu sayaçla birlikte insanlar yaşamak için zaman
edinmek zorundalar. Eğer zaman edinemezlerse sayaç sıfıra düştüğü anda yaşam
sona eriyor. Hayatlarını devam ettirebilmeleri
için ihtiyaçları var ve bunları zaman karşılığında satın alıyorlar. Aynı
şekilde çalıştıkları, emek verdikleri işin karşılığında zaman kazanıyorlar.
Bankalar mevcut, hatta kredi de veriyor ama krediyi zaman olarak veriyor. Geri
ödemek isteyince de fazlasıyla geri alıyor. İnsanlar birbirinden zaman alıp
verebiliyor. Ölümler artık normalleşmiş. Sokakta yürürken cesetlerle
karşılaşmak artık yadırganmıyor. Zengin insanların ağır ağır, sefasını sürerek
yaşadığı hayatı; fakir, alt tabaka insanlar nasıl hayatta kalabilirim, nasıl
biraz daha uzun yaşayabilirim diye düşünerek geçiriyor. Fakat bu denli
zenginlik bazı insanlarda artık bir problem haline dönüşmüş, hayattan bıkmış
bir hale getirmiştir. Buradan çıkarabileceğimiz en önemli sonuç, varlık içinde
olmanın da insanı tam olarak tatmin etmediğidir.
Bu distopyada çeşitli zaman dilimleri
bulunmaktadır. Bu zaman dilimlerinde, buldukları dilime gören zengin insanlar
yaşamaktadır. Ve bu zaman dilimine hakim bir konumdadırlar. Bu distopyada şunu
anlıyoruz ki: zaman ile sınıf farklılığı eşdeğerdir. Mesela başrol karakteri
Will Salas’ın olduğu zaman dilimi 12. Zaman dilimi olarak geçerken, 1. Zaman
dilimi en zengin insanların yaşadığı zaman dilimi olarak geçmektedir. Ve bu
zaman dilimine varabilmek için şehir sınırlarında gişeler bulunmakta, belli bir
zaman ücreti (hafta/ay/yıl) ödeyerek buralardan geçiş hakkına sahip
olunmaktadır.
Zaman kavramı iki farklı şekilde karşımıza
çıkıyor: birincisi, insanların kolunda bulunan 13 haneli dijital gösterge.
İkincisi ise zaman deposu olarak tarif edebileceğimiz kredi kartına benzer
nitelikteki zaman diskleridir. Buradaki zaman kavramının insan üzerinde
bıraktığı en önemli etki, sürekli zaman odaklı bir hayat olduğu için yaşamak
artık adeta bir zulüm haline dönmektedir.
Filmde gördüğümüz önemli unsurlardan biri de
“Zaman Tutucular (Time Keeper)”dır. Filmde bulundukları konum itibariyle polise
benzeseler de esas görevleri: eşitsizlik ve adaletsizliğin hakim olduğu bu
sistemin devamlılığını sağlamaktır. Şüpheli olarak görülen ve büyük miktarda
gerçekleştirilen zaman transferlerine müdahale ederek dengeyi korumaktır.
Filmde sorguladığımız ilk önemli kavram
ölümsüzlüktür. Alt tabaka insanların zaman bulma telaşıyla sürdürmeye çalıştığı
ömür, varlık halinde olanların ise artık hayattan zevk almamaya başladığı bir
ömrün işlenmesiyle varlık halinde olma durumunun başka bir sorun olarak karşımıza
çıktığını görmekteyiz. Buna verebileceğimiz en yakın örnek de Henry Ford’un
oğlunun yazmış olduğu intihar mektubudur. Kendi çabası olmadan genç yaşta her
şeye sahip olduğu için yaşamına son verdiğine dair yazdığı bu mektubun varlık
durumunun da bir sorunsala yol açtığını göstermektedir.
İkinci olarak sorguladığımız unsur ise sınıf
ayrımının sebebiyet verdiği adaletsizliktir. Zengin azınlığın lüks içinde
istediği kadar yaşayabilmesi, alt tabakadakilerin ise bu gergin ve her gün daha
da zorlaşan hayat şartları ve kazandıkları zamanın değerinin daha da düşmesi
bize bu adaletsizliği sorgulatmaktadır.
Sonuca baktığımızda
zaman ile paranın yer değiştirdiği bu distopya, hayata daha farklı bir açıdan
bakmamıza yol açmaktadır. 25 yaşından
itibaren yaşlanmamız duruyor ve ömrümüzün sonuna kadar o yüz ile, o beden ile
yaşıyoruz. Ama zaman karşılığında, zamanı uzun tutmanın telaşıyla geçen bir
ömürden bahsediyoruz. Kapitalizm anahtarının zaman olduğu bir ömür, yaşamak mı,
yoksa ruhen ve zihnen ölü olan birini bedenen yaşatmaya çalışmak mı oluyor?